Altın diş…


Soğuk bir kış gecesidir. Gündüzden başlayan yağmur artık dinmiş ve ay yüzünü bulutların arasında göstermiştir. Saat gecenin kimbilir kaçı. İnsanın içini donduran soğuk rüzgar asri mezarlığı sakırtıları ile çınlatmaktadır.  Mezarlığın içinde iki asker mecburi kaçakçı nöbeti tutmaktadırlar. Mevzileri ve barınaklarıda olmadığı için tüm yağmuru va soğuğu gün ve gece boyunca yemişlerdir.

Saatlerdir uyuşan bacaklarını yağmurun kesilmesi ile etrafta dolaşarak açmaya çalışmaktadırlar. Bu tarihi mezarlık tam kaçakçıların yolu üzerindedir ve asker için pusu kurmaya çok uygundur.

Etrafta gezip hem ısınmaya hemde uyuşan bacaklarını açmaya çalışan askerlerden biri bir şey görür ve arkadasına bağırır.

– Cemil!!!.. Elektriği alda buraya gel. Çalıların arasında bir şey parlıyor.

Arkadaşı lafı iki etmez ve hemen yanına gelir. Gerçekten de ay ışığında çalıların arasında bir şey parlamaktadır. O tarafa doğru küçük farları ile ışık tutarlarki ne görsünler. Bir insan kafatası onlara doğru sırıtmaktadır. İlk anda korkarlar. Sonra dikkatlice baktıklarında 2 tane altın dişi çene kemiğinde parlamaktadır.

_cemil der  arkadaşı..

Şansa bak bee. Ulan ne güzelde parlıyorlar. Mezarlıkta harçlık bulduk iyimi.

Hemen alalım tut şu lambayı bakayım.

Bırak der arkadaşı. Ben korkarım böyle şeylerden. Uğursuzluk getirir. Bela getirir….

_sus be cemil. Ölmüşten insana ne zarar gelir. Bak bakalım dişlerini sökerken bana zarar verebilecek mi. Kendini koruyabilecekmi.

Asker yerde bulduğu bir dal parçasını bir kaç kez kafatasındaki çene kemiğine vurur ve dökülen altın dişleri yerden alır. Kafatasınıda postalıyla bastırarak toprağa gömer. Ve nöbet yerine dönerler.

Dişlerin birini arkadaşına uzatır. Al der bendeki insanlığı gör. Hiç yardımın olmadı bana ama al  sana bak altın.

Arkadası cemil elinin tersiyle onu iter.

– İstemem der senin olsun…

Sen bilirsin der arkadaşı. Sağol zaten elim dardı…

Uzun süre hiç birşey konuşmadan otururlar. Hava yine kapatmış soğuk rüzgar yerini tekrar yağmura bırakmıştır. Nöbet arkadaşları tekrar pançolarını çekmişler ve birbirlerine sıkışmışlar yağmuru karşılamaktadırlar.

Birden cemil yaslandığı arkadaşından kopup yere yuvarlanır. Hemen müdahale eder arkadaşı. Cemil kusmaktadır.

_ Ne oldu lan sana. Korktun demi kemik kafadan. Söyle etkilendin dimi…

Cemil ses vermez. İki büklüm yerdedir ve kusmaktadır….

Hemen kararını verir arkadaşı. Cemil çok hastadır. Ve mecburen nöbet yerinin terkedilmesi ve hastanın birliğe nakli lazımdır. Cemili sırtlar. Silahları bir omuzuna takar. Yağmur yine dinmiş ve ay yine yüzünü göstermiştir. Mezarlığın içindeki dar ve uzun patikadan zar zor ilerlerler.

– Dayan cemil seni revire yetiştireceğim….

Yük ağırdır ve yol bitmek bilmez. İleride bir karaltı üzerlerine doğru ağır ağır gelmektedir. Bir insan gecenin bu yarısında ne geziyor burada. Muhakkak kaçakçıdır der kendi kendine. Ama onla uğraşamam şimdi.

Artık yol biter ve ileride gördüğü sülüetle karşı karşıya gelirler. Gayri ihtiyari selam verme ihtiyacı duyar asker.

– Selamün aleyküm dayı  der………

Adam durur ve başını kaldırır. Ay ışığı adamın yüzünü aydınlatır. Aleyküm selam der ve o anda adamın ağzından kan boşalır.

Askerin korkuyla gözleri açılır. Adamın ağzındaki dişler kırıktır.

– Dayı dişlerine ne oldu der asker…..

-SEN ÇALDIN EŞOĞLU EŞEK….

Yorum bırakın